Anasayfa / KARA PARA - ORGANİZE SUÇLAR / KARAPARA İSPAT YÜKÜMLÜLÜĞÜ-ELKOYMA VE MÜSADERE/DR.G.OSMAN YARAŞLI

KARAPARA İSPAT YÜKÜMLÜLÜĞÜ-ELKOYMA VE MÜSADERE/DR.G.OSMAN YARAŞLI

Karapara İspat Yükümlülüğü; El Koyma ve Müsadere *

YAZAR/GENÇ OSMAN YARAŞLI/ Masak Kurucu Başkanı

Son zamanlarda bazı gazetelerde çıkan demeçlere göre karaparayla mücadelede problem, “delillendirme problemidir.” Buna göre “insanları karapara aklamaktan caydırmak için cezaların caydırıcı, korkutucu, sistemin de hızlı bilgi toplamaya müsait bulunması zorunludur.” Yine gazete haberlerinden, mevcut kanunun karaparayla mücadelede yetersiz kaldığını ve değiştirileceğini, bir taslak hazırlandığını öğrenmekteyiz. Bu taslakta yer alan hususlardan bazılarının şunlar olduğu ifade edilmektedir: 

“İspat yükümlülüğü tersine çevriliyor ve kişiye “sen ispatla” deniyor. Olaylara adı karışanların parasına el koyacak ve “bunun temiz para olduğunu sen ispat et” denilecek. Özellikle uyuşturucuda ispat yükümlülüğü karşı tarafa bırakılmalı.” 

“Anayasa’daki mülkiyet hakkı nedeniyle şu an genel müsadere uygulanamıyor. Şimdi karapara aklama nedeniyle soruşturma yapıldığında kişinin elindeki tüm mal varlığına tedbir ve müsadere talep edilemiyor. Bunun karapara ile bağlantısının kurulması lazım. Batı’da genişletilmiş müsadere dedikleri yeni uygulama deyreye giriyor. Kişinin tüm parasına el koyulabilecek ve ispat yükümlülüğü ona verilecek.” 

Bu yazıda, yukarıda zikredilen açıklamalardan hareketle, ispat yükümlülüğü, el koyma ve müsadere konularındaki mevcut ulusal ve uluslar arası hukuki düzenlemeleri ortaya koyup, daha sonra kendi görüşlerimizi açıklayacağız. Bu yazıdan bir amacımız da ele alınan konuların hukuk camiasında tartışılmasını sağlamaktır. 

Hukuki Çerçeve 

Anayasa 

Konumuzla ilgili olarak Anayasa’da yer alan hükümleri şöyle sıralayabiliriz: 

1. Türkiye Cumhuriyeti, …, insan haklarına saygılı, …, sosyal bir hukuk devletidir (m.2).

“Hukuk devleti “hukuku olan devlet” değil, hukukun egemen olduğu devlet demektir. Ayrıca burada söz konusu olan “hukuk” herhangi bir hukuk anlamına gelmez. Çünkü, pozitif olarak yürürlüğe konmuş ve devletin yaptırım gücüyle desteklenmiş normlar sistemi anlamında her devletin bir “hukuk”u vardır. Ama böyle bir hukuk pekala devleti sınırlamak yerine, var olan iktidar yapısına yasallık kazandıran, hak ve adalet gibi evrensel ideallerle pek ilgisi bulunmayan bir yasalar sistemi niteliğinde olabilir. Oysa bir hukuk devletinde egemen olması gereken hukuk, vatandaşlar için hukuk güvenliği sağlayan ve evrensel standartlarla uyumlu olan bir hukuktur.” 

2.    Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz (m.38/4).

Bu fıkra “suçsuzluk karinesi” olarak bilinir. “Sanığın, kesin mahkumiyet hükmüne kadar suçsuz sayılması demek, kendisinin suçsuzluğunu ispat mükellefiyetinde olmadığı; “beyyine külfeti”nin iddiacıya ait bulunduğu demektir. Bu karine, iddiacının, suç iddiasını “makul şüpheye yer bırakmayacak şekilde” ispat etmesiyle “çürütülmüş” olacak ve bu halde de mahkeme mahkumiyet hükmü verecek; aksi takdirde beraat kararı alacaktır.” 

Suçsuzluk karinesi, müteakip bölümde belirtileceği üzere, hem BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nde hem de Avrupa İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerinin Korunması Sözleşmesi’nde kabul edilmiş bir evrensel hukuk ilkesidir. Vatandaşlara hukuk güvenliği sağlamanın vazgeçilmez unsurlarından birisidir. İnsanlara “suçsuz olduğunu sen ispat et” denilmesi burada belirtilen evrensel hukuk ilkelerine tamamen aykırıdır. Bu takdirde hiç kimsenin “hukuk güvenliği” kalmaz. Çünkü suçsuzluğun ispatı, pek nadir istisnalar hariç, mümkün değildir. Ayrıca “şüpheli” veya “sanık”a, “suçsuzluğunu sen ispat et” denilmesi, onu daha baştan “suçlu” kabul eden bir mantığın sonucudur.

3.  Genel müsadere cezası verilemez (m.38/7). 

Bu fıkra “genel müsadere cezasını, yani bir suç nedeniyle kişinin, suçla ilgisi bulunmayan bütün mal varlığına el koymayı yasaklamaktadır.” Ayrıca Anayasa Mahkemesi TCK’nin uyuşturucu madde ticaretiyle ilgili 403’üncü maddesinin “failin bilcümle menkul ve gayrimenkul mallarının müsaderesi”ni amir son fıkrasını, Anayasa’nın 38/7. maddesi hükmüne aykırı olduğu gerekçesiyle; ilaveten, öğretide genel müsadere cezasının Anayasa’nın “ceza sorumluluğu şahsiliği” kuralına da aykırı düştüğünün ileri sürülmesi sebebiyle iptal etmiştir. (E: 1987/28, K: 1988/16, T. 3.6.1988).

4.  Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.

Kanunlar Anayasa’ya aykırı olamaz (m.11). Aksi takdirde Anayasa Mahkemesi’nde açılacak iptal davası sonucunda Anayasa’ya aykırı kanun hükümleri iptal edilir. 

Uluslararası Sözleşmeler 

Konuyla ilgili olarak zikredeceğimiz dört önemli uluslararası sözleşme bulunmaktadır. 

Birincisi Avrupa İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesi’dir. TBMM tarafından da onaylanan bu sözleşmenin 6’ncı maddesinin 2 numaralı fıkrasına göre “Bir suç ile suçlanan her kişi, suçluluğu kanun yolundan ortaya konuluncaya dek suçsuz sayılır.” Yine bu sözleşmeye ek 1 sayılı protokolün l’inci maddesine göre “Her hakiki ve hükmi şahıs malların masuniyetine riayet edilmesi hakkına maliktir.” 

İkincisi, BM İnsan Hakları Evrensel Bildirişidir. Bu bildirinin 11/1. maddesine göre “Bir suç işlemekten sanık herkes, savunması için kendisine gerekli tüm güvencelerin sağlanmış bulunduğu, açık bir yargılama ile yasal yoldan suçlu olduğu saptanmadıkça, suçsuz sayılır.” Bu bildirinin 17/2. maddesine göre de “Hiç kimse keyfi olarak mal ve mülkünden mahrum edilemez.” 

Üçüncüsü, TBMM’nin de onayladığı Uyuşturucu ve Psikotrop Maddelerin Kaçakçılığına Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’dir (kısaca Viyana Sözleşmesi denilecektir). Viyana Sözleşmesi’nin müsadere başlıklı 5. maddesinin konumuzla ilgili olan fıkraları şunlardır: 

1. Her bir taraf:

(a)       3. maddenin 1. fıkrasında sayılan suçlardan elde edilmiş kazançları ve değeri bu kazançlara tekabül eden mal varlığını;

(b)      3. maddenin 1. fıkrasında belirtilen suçların her ne şekilde olursa olsun işlenmesinde kullanılan veya kullanılması amaçlanan uyuşturucu ve psikotrop maddeleri, malzeme ve teçhizatı veya öteki araç-gereçleri müsadere edebilmek için gerekli önlemleri alacaktır.”  

“6. (a) Eğer kazançlar başka malvarlıklarına çevrilmiş veya dönüştürülmüş ise söz konusu kazançların yerine bu malvarlıkları bu maddede öngörülen önlemlere konu olacaktır.

(b)     Eğer kazançlar yasal yollardan iktisap edilmiş malvarlıklarıyla karışmış bulunuyorsa, el koyma ve bloke etme konusundaki yetkiler saklı kalmak kaydıyla, bu malvarlıkları karışan kazançların tahmini değeri kadar müsadere edilecektir.

(c)     (i) Bu kazançlardan;  

(ii) Bu kazançların dönüştürüldükleri veya çevrildikleri malvarlıklarından} veya, 

(iii) Kazançların karıştıkları malvarlıklarından sağlanan gelir ve diğer yararlar da kazançlarla aynı şekil ve ölçüde bu maddede yer alan önlemlere tabi olacaklardır.” 

“7. Her bir taraf, müsadereye tabi olabileceği ileri sürülen kazançların veya diğer malvarlıklarının yasal kaynağına ilişkin olarak, iç hukukunun ilkelerine ve adli yargılama ve diğer usullerine uygun ölçüler içinde, ispat yükümlülüğünün değiştirilmesini kararlaştırabilecektir.” 

“8. Bu maddenin hükümleri, iyi niyetli üçüncü kişilerin haklarına zarar getirecek şekilde yorumlanamayacaktır.” 

“9. Bu maddenin hiçbir hükmü, bu maddede öngörülen önlemlerin taraf her devletin iç hukukuna uygun ve tabi olarak tanımlanması ve uygulanması ilkesine zarar vermeyecektir.” 

Viyana Sözleşmesi’nin 5. maddesinde müsadereye tabi kazanç ve değerler ile suç aletleri belirtilmiştir. Bunun ayrıntısına girilmeyecektir. Burada, ele aldığımız konuyla ilgili birkaç hususu belirteceğiz. 

1-  Eğer müsadereye tabi kazançlar, 

  • başka bir malvarlığına dönüştürülmüşse bu malvarlığı,
  • yasal yollardan iktisap edilmiş malvarlıklarına karışmış bulunuyorsa, bu malvarlığından karışan kazançların değeri kadar olan kısmı müsadere edilecektir. Başka bir deyişle Viyana Sözleşmesi genel müsadereye cevaz vermemiştir. Öte yandan müsadereye tabi kazançların neması da müsadere edilecektir. 4208 sayılı Kanun’daki düzenlemeler, sözleşmenin bu hükümlerine uygundur. 

2-  Viyana Sözleşmesi’nin 5. maddesinin 7. bendi tartışmaya açık bir hüküm içermektedir. Buna göre, müsadereye tabi olabileceği ileri sürülen kazançların ve diğer malvarlıklarının yasal kaynağına ilişkin olarak, iç hukuk ilkelerine ve yargılama usullerine ve diğer usullere uygun olmak kaydıyla, ispat yükümlülüğünün tersine çevrilmesi düşünülebilir (may consider). Bu bend asla bir zorunluluk (shall) ifade etmemekte, tersine belirli şartlar altında “düşünülmesine” cevaz (may) verilmektedir. Öte yandan burada “düşünülebileceği ” belirtilen husus, sözleşmenin üçüncü maddesinde belirtilen uyuşturucu ticareti, bu yolla elde edilmiş kazancın aklanması gibi suçların tespit ve tahkiki bakımından değildir. Sadece müsadereye tabi malların yani neyin müsadere edilip, neyin edilmeyeceğinin tespiti bakımındandır. Bilindiği gibi müsadereye karar verilebilmesi, ancak iddia edilen suçun sabit olmasına bağlıdır. Hemen belirtelim ki, bizim ne Anayasamız ne de ceza hukukumuz (sadece müsadere edilecek malvarlığının tespitiyle sınırlı olsa bile) ispat külfetinin tersine çevrilmesine müsaade eder. 

Dördüncüsü, Avrupa Konseyi’ne üye ülkelerce imzalanan Suçtan Elde Edilen Kazançların Aklanması, Araştırılması, Zaptı ve Müsaderesi Hakkında Sözleşme’dir (kısaca Strazburg Sözleşmesi denilecektir). Strazburg Sözleşmesi Türkiye tarafından imzalanmış değildir. Strazburg Sözleşmesi’nin 2. maddesine göre “Her bir taraf suç vasıtalarının ve suçtan elde edilen kazancın veya malvarlığının suçtan elde edilen kazanca karşılık gelecek değerde bir kısmının müsadere edilmesini mümkün kılacak yasal (legislative) ve öteki tedbirleri kabul edecektir.” Sözleşmenin 6. maddesinde de suçtan elde edilen kazancın aklanmasının suç sayılması için gerekli yasal ve diğer düzenlemelerin yapılması karara bağlanmakta ve bu suçun çerçevesi çizilmektedir. Bu maddede ayrıca suçun oluşmasında kasıt unsurunun gerekli olduğu; suçun unsurlarından olan bilgi, kasıt ve amacın objektif ve gerçek olaylardan çıkarılabileceği üzerinde durulmuştur. Sözleşmenin 3. ve 4. maddelerinde her bir tarafın izleme, araştırma ve soruşturma yapmayı mümkün kılacak yasal ve diğer düzenlemeleri yapması istenmiştir. Sözleşmenin 5. maddesinde de müsadere ile soruşturma ve geçici tedbirlerden etkilenecek tarafların haklarının korunmasına yönelik yasal ve diğer tedbirlerin alınmasını da aynı derecede tavsiye etmiştir. 

Strazburg Sözleşmesi, adından da anlaşılabileceği üzere, sadece uyuşturucu madde kaçakçılığı ile ilgili suçlardan değil, bütün ağır suçlardan elde edilen kazançların aklanması, araştırılması, zaptı ve müsaderesi ile ilgilidir. Sözleşmenin 2. ve 5. maddelerinin son fıkralarında taraflardan her birinin, Sözleşmenin imzalanmasından onaylanmasına kadar geçecek süreçte, hangi suçlardan elde edilecek kazancı müsadere kapsamına alacağını ve hangi suçlardan elde edilecek kazancı karapara sayacağını bildirmesi istenmiştir. 

Kanuni Düzenlemeler 

İspat Konusu 

Hukukta ispat konusu meselesi, neyin ispat edileceği, neyin ispata ihtiyacı olmadığı meselesidir. Bir davada öne sürülen çeşitli olaylardan hangisini kimin ispatlaması gerektiği, hukukta ispat yükü sorununu teşkil eder. 

Medeni Kanun’un 6. maddesine göre “Kanun, hilafını emretmedikçe iki taraftan her biri müddeasını ispata mecburdur.” Bu genel kural uyarınca ispat yükü davacıya düşmektedir. Davacı, davasını dayandırdığı olayları ispatlayacaktır. Bu külfet kendisine yüklenen şahıs, delilleri ile bu hususu ispat edemezse, o husus ispat edilmemiş sayılır ve uyuşmazlık o şahsın aleyhine çözülür. İspat külfeti meselesi, tarafların ikame ettikleri delillerle eli kolu bağlı bir hakimin mevcudiyeti halinde söz konusu olabilir. 

Ceza hukukunda ise durum farklıdır. Ceza muhakemesinin gayesi, bir olaya ilişkin hakikatin araştırılmasıdır. (…) Medeni muhakemede sadece tarafların uyuşmadıkları olaylar ispata konu teşkil ettiği halde, ceza muhakemesinde tarafların uyuştukları hususlar da ispata konu teşkil edebilirler. Yani ceza davasında hakim delil araştırabildiği için, ceza muhakemesinde “ispat külfeti” diye bir mesele yoktur. Ancak bu son cümle “müddeinin iddiasını ispatla mükellef olmadığı” manasına gelmez. Sadece müddei iddiasını ispat etse, hatta sanık da bunu kabul etse dahi hakim, gerekli görüyorsa, delil araştırmaya devam eder, çünkü tarafların delilleriyle bağlı tutulamaz, şeklinde anlamak gerekir. 

Hakikaten, gayesi maddi hakikatin araştırılması olan ceza muhakemesinde hakim, tarafların delilleriyle bağlı tutulamazdı. Bunun içindir ki CMUK her soruşturma safhasında hakime delil araştırma ödevini vermiştir (CMUK m. 158, 159, 237/3). Toplumsal iddia makamını işgal eden savcı da sadece sanığın aleyhine olan delilleri değil, fakat sanığın lehine olanları da arayıp bulup ikame etmekle, böylece hakikatin araştırılmasına yardım eylemekle ödevlendirilmiştir (CMUK m. 153/2). 

“İddianın sabit olması” muhakeme hukukunun prensiplerindendir. Ceza muhakemesinde de bu prensip caridir. Bulunabilen delillerin bütünü, sanığın mahkum olması için gerekli şartların bulunduğu kanaatini hakime verirse, hakim sanığı mahkum eder. Sanığın beraat etmesi için gerekli şartların bulunduğunun sabit olması mümkündür, fakat beraat için şart değildir. Sanığın mahkum olması için gerekli şartların bulunmadığı kanaatine varıldığı takdirde dahi hakim sanığı beraat ettirecektir. Görülüyor ki, müdafaanın sabit olması şart değildir. Zaten suçsuzluğun ispatı, her olumsuz olayda olduğu gibi, suç anında başka yerde olmak gibi pek nadir istisnalar hariç, mümkün değildir. 

İşte bu sebeple, ceza muhakemesinde şüpheden sanık faydalanır prensibi geçerlidir. Hakim sübut bakımından bir kanaata varamazsa, yani şüphesini yüzde yüz yenemezse, o hususu sabit olmamış addedecek ve sabit olmamanın sonuçlarına karar verecektir. Çağdaş hukuk, tam inanış ve dolayısıyla mahkumiyete yeter delil bulunamaması halinde beraat kararı verilmesini kabul etmiştir. İşte, mahkumiyete yeter delil olmaması sebebiyle beraate karar verilmesi prensibi, şüpheden sanığın faydalanması şeklinde ifade edilmektedir. Bu prensibin kabulüne sebep, bir suçlunun cezasız kalmasının bir masumun mahkûm olmasına tercih edilmesi ve suçluluğu sabit oluncaya kadar sanığın masum sayılmasıdır. 

4208 numaralı Kanunda suçun ispatına dair özel bir hüküm bulunmamaktadır. Dolayısıyla yukarıda belirtilen hüküm ve prensipler, karapara aklama suçunun ispatı hususunda da geçerlidir. 

El koyma 

El koyma, eşya üzerinde, rızası olmamasına rağmen, zilyedinin tasarruf yetkisinin kaldırılmasıdır. Bilindiği gibi el koyma, CMUK’un ‘zabıt ve arama’ başlığını taşıyan ayrı bir faslında (m.86-103) düzenlenmiştir. Ayrıca, 4208 sayılı Kanun’da da el koyma ile ilgili düzenlemeler yapılmıştır (m. 9). Bu durumda karapara aklama suçu bakımından hangi kanundaki el koyma hükümlerinin uygulanacağı tereddüt yaratabilir. Karapara aklama suçu bakımından 4208 sayılı Kanun, özel kanun niteliğinde olup, aynı zamanda CMUK’a nazaran sonraki tarihli bir kanundur. Bu bakımdan karapara aklama suçu ile alakalı tedbir kararlarında 4208 sayılı Kanun’un uygulanması, bu kanunda düzenlenmeyen hususlarda, bu kanuna aykırı olmamak kaydıyla, CMUK hükümlerinin tatbik edilmesi gerekir. 

Buna bir örnek verelim. CMUK’un 90. maddesine göre zapta karar verme yetkisi hakimindir. Ancak tehirinde mazarrat görülen hallerde Cumhuriyet savcıları ve bunların muavini sıfatıyla emirlerini icraya memur olan zabıta memurları zabıt muamelesi yapabilirler. 4208 sayılı kanunun 9. maddesine göre ise tedbir konulmasına hazırlık tahkikatı sırasında sulh ceza hakimi; yargılama sırasında ise mahkeme tarafından karar verilebilir. Gecikmesinde sakınca görülen hallerde Cumhuriyet savcıları da hak ve alacakların dondurulmasına karar verebilir. Cumhuriyet savcılığı bu kararı en geç 24 saat içinde sulh ceza hakimine bildirir. Hakim 24 saat içinde onaylamazsa savcının kararı hükümsüz kalır. Bu iki maddenin birlikte mütalaa edilmesinden şu sonuçlar çıkarılabilir: (1) 4208 sayılı kanuna göre zabıta memurlarına el koyma yetkisi verilmemiştir. (2) 4208 sayılı Kanun’da Cumhuriyet savcısına tanınan tedbir koyma yetkisi, CMUK’a nazaran, birçok bakımdan (el koyma muamelesinin hakime tasdik ettirilmesi ve tasdike sunma süresi gibi) daraltılmıştır. Savcının yetkisi üzerine tedbir konulacak değerler (şeyler) bakımından da sınırlandırılmıştır. Savcılar hak ve alacakların dondurulmasına karar verebilirler ama mesela, kıymetli evrak, nakit ve diğer değerlerin zaptına karar veremezler. 

4208 numaralı Kanun’un 9.maddesinde, konulacak tedbirin ne miktarda olacağına dair bir açıklık yoktur. Bize göre böyle bir açıklığın olması gerekli de değildir, çünkü bu sorunun cevabı CMUK’tan ve hukukun temel kaynaklarından kolayca çıkarılabilir. CMUK’a göre el koymanın iki sebebi vardır: El koymaya konu olan eşya ya tahkikat için sübut vasıtalarından olmalı ya da müsadereye tabi bulunmalıdır (m.86). Öyleyse birinci halde sübut vasıtası olabilecek her eşyaya (CMUK’ta bunun da istisnaları vardır) el konabilecektir. İkinci halde, yani müsadereye tabi eşya ve her türlü ekonomik değere el konulmasında sınır, müsaderenin sınırıyla aynıdır. Yani müsadere edilme imkanı olmayan ekonomik değerlere el konulması da hukuken mümkün değildir. Daha açık bir deyimle, mesela, karapara ve nemasını karşılayacak miktarda malvarlığına el konulmuşsa, bunun haricindeki, suçla ilgisi olmayan, meşru malvarlığına el konulamaz. 

Müsadere 

Müsadere TCK’nin 11. maddesinde belirtilen cezalar arasında sayılmamıştır. Bu sebeple müsadere ceza değil, emniyet tedbiri sayılmaktadır. Bu tedbirin biri ahlâki, diğeri önleyici olmak üzere iki gayesi vardır. Suçta kullanılan, kullanılmak üzere hazırlanan, suçtan husule gelen eşyanın, mahkumiyete rağmen suçlunun elinde bırakılmasına ahlaken müsaade edilemez. Bundan başka, suçla ilgili veya bizatihi suç teşkil eden eşyanın, suçlunun elinde bırakılması, bunların yeni bir suçta kullanılmasına veya daimi bir tehlike oluşturmasına yol açabileceğinden, müsadere tedbirinde ayrıca suçu önleyici nitelik de vardır. 

Bugünkü ceza hukuku suç ve suçlu ile ilgili eşyanın müsaderesini kabul etmekte, suçlunun bütün mamelekine veya bir kısmına şamil “genel müsadereyi” kabul etmemektedir. 

Müsadere TCK’nin 36. maddesinde genel olarak düzenlenmiştir. Bu maddeye göre yapılacak müsaderenin konusu üç grupta toplanmıştır: (1) suçta kullanılan veya kullanılmak üzere hazırlanan veya suçtan meydana gelen eşya, (2) suç teşkil eden eşya, (3) taşınması yasak olmayan ancak ruhsatsız taşınan silahlar. 

Maddenin ilk fıkrasında düzenlenen ilk gruba ilişkin müsadere şartlarını kısaca belirtelim: 

Müsadere edilecek şey suçta kullanılan, suçta kullanılmak üzere hazırlanan veyahut suçtan husule gelen “eşya”dır. Bu sebeple suçta kullanılan eşyanın yerine kaim olan şeyin (mesela, suçta kullanılan merdivenin satışı halinde bedelinin) müsaderesine karar verilemez. Müsadere için o şeyin suçta kullanılmasının mümkün bulunması yeterli değildir. “Kullanıldığımın yahut hiç olmazsa “kullanılmak üzere hazırlandığının” sabit olması lazımdır. Yargıtay, fazla fiyatla iki şişe bira satmış olan kimsenin dükkanında mevcut olan diğer bira şişelerinin müsaderesine karar veren hükmü, müsadere kararının suçta kullanılan iki şişe birayla sınırlandırılması gerekirken, diğerlerini de kapsamasının doğru olmayacağı gerekçesiyle bozmuştur. 

  • Mahkumiyet şartı: Kanun müsadereyi mahkumiyet haline inhisar ettirmiştir. Beraat kararı verilmesi halinde müsadereye karar verilemez.
  • Eşya, suç sayılan fiilde methali olmayan (suça karışmayan) kimselere ait olmamalıdır.
  • Müsadere mahkeme kararıyla olur. 

Karapara aklama suçunun cezası 4208 sayılı Kanun’un 7. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç için maddede üç müeyyide öngörülmüştür: (1) Hürriyeti bağlayıcı ceza (hapis), (2) ağır para cezası, (3) müsadere. Maddenin müsadereye dair hükmü şöyledir: “… nemaları da dahil olmak üzere karapara kapsamındaki mal ve değerler ile bunların ele geçirilememesi halinde bunlara tekabül eden malvarlığının müsaderesine de hükmolunur.” Buradan şu hususları tespit edebiliriz: 

  • Karapara kapsamındaki her türlü mal ve değerler ile bunların nemaları müsadereye tabidir.
  • Müsadereye tabi mal ve değerlerin şekil değiştirmiş olması müsadereye engel değildir. Müsadereye tabi mal ve değerler ile bunların nemaları ele geçirilemediği takdirde, meşru yollardan kazanılmış olsa dahi malvarlığından, neması dahil, İcara parayı karşılayacak kadarlık kısmı müsadere edilir. Tamamının müsaderesi yoluna gidilmez. Zaten, daha önce de belirtildiği gibi Anayasa’da genel müsadere cezası yasaklanmıştır. 

Görüldüğü gibi 4208 sayılı Kanun’da müsadere, TCK’ye nazaran daha kapsamlı bir şekilde düzenlenmiştir. Bundan amaç, suçlardan elde edilen her türlü maddi kazancın müsaderesi suretiyle çıkar amaçlı suç işlenmesini caydırmaktır. 

Değerlendirme ve Sonuç 

Genel olarak suçlarda, özel olarak da karapara aklama suçunda ispat mükellefiyetinin sanığa yüklenmesi, yani sanığa suçsuz olduğunu sen ispatla denilmesi insan hakları sözleşmelerinin her ikisine, Anayasa’ya ve ceza hukukunun temel ilkelerine aykırıdır. Çünkü bütün bu hukuki metinler, suçluluğu sabit oluncaya kadar, hiç kimsenin suçlu sayılamayacağını ifade etmektedir. Halbuki şüpheli veya sanığa suçsuz olduğunu ispat et demek, onun suçlu olduğunu daha baştan kabul etmek demektir. “Suçsuzluk karinesi” devletin vatandaşlarına sağlamakla mükellef olduğu “hukuk güvenliği”nin olmazsa olmaz bir unsurudur. Anayasa’nın 2. maddesinde ifade edilen insan haklarına saygılı, sosyal bir hukuk devletinin en belirgin özelliği ise vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlamasıdır. 

Suçlarda değil ama, müsadere edilecek malvarlığının tayininde ispat mükellefiyetini sanığa yüklemenin mahiyet itibarıyla öncekinden farkı yoktur. Aynı savlar bu konuda da geçerliliğini korumaktadır. 

El koyma (tedbir koyma) ve müsadere konusunda da genel el koyma ve müsadere mümkün değildir. Anayasamızın bu konudaki hükmü açıktır: “Genel müsadere cezası verilemez.” Anayasa Mahkemesi bu hükme aykırı olduğu gerekçesiyle TCK’nin 403. maddesinin son fıkrasını iptal etmiştir. Mahkeme ayrıca, öğretide ortaya çıkan, genel müsaderenin “cezaların şahsiliği” ilkesini de ihlal ettiği yolundaki görüşe de dikkat çekmiştir. 

Sonuç olarak ispat yükümlülüğünün sanığa yüklenmesi yani sanığa suçsuz olduğunu ispatla denilmesi ile genel müsadere cezası verilmesi yani suçla ilgili olsun olmasın bütün malvarlığının müsadere edilmesi çağdaş hukuk anlayışının oldukça gerisinde bir anlayıştır. Aynı şekilde genel nitelikli bir el koyma da çağdaş hukuk anlayışı bakımından kabul edilebilir değildir. 

Son olarak birkaç cümleyle konunun iktisadi veçhesine bakalım. Yasadışı uyuşturucu, kadın, organ ve silah ticaretinden ve benzerlerinden elde edilen paraların ülke ekonomisine fayda sağlayıp sağlamadığı tartışmaya açık bir konudur. Burada konu edilen türden bir düzenleme, yasa dışı fonlardan ziyade meşru sermayeyi ürkütür. Çünkü yasadışı fonların yasadışı ilişkileri ve hukuk dışı korumaları vardır. Meşru sermaye ise hukuk güvenliği ister. Bu yüzden hukukun temel prensiplerine aykırı bir düzenlemenin gündeme getirilmesi mevcut meşru sermayenin yurt dışına kaçmasına yol açacağından ve yeni sermaye girişini önleyeceğinden hükümetin takip ettiği iktisat politikasına da ülkemizin iktisadi menfaatine de ters düşer. Ülke ekonomisi yararına mobilize edilecek fonların farklılaştırılarak ele alınmasının önemli olmadığının vurgulandığı bir dönemde, sermayenin ürkütülmesine yol açacak hukukun temel prensiplerine tamamen aykırı bir düzenlemenin gündeme getirilmesi son derece yanlış olur. Karaparayla mücadele için yapılması gereken, yargılamanın sıhhatini ve hükmün isabetini zedeleyecek kestirme arayışlara girmek değildir; tersine, hukukun temel prensiplerini çiğnemeden, delil toplamaya yönelik tedbirleri artırmaktır. 

Hakkında abdullah

Check Also

STRATEJİK KAYNAĞIMIZ : SU/ABDULLAH ÇAVUŞ

STRATEJİK  KAYNAĞIMIZ : SU ABDULLAH ÇAVUŞ Yurdumuzun su kaynakları, bölgede önemli bir potansiyel olarak görülmesine …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir